Türkiye'de Siyaset / CUMHURİYET BİR SEVDADIR
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kılıçdaroğlu’nun müthiş vaadler... “Devleti, hükümet soyuyor”

Aşağa gitmek

 Kılıçdaroğlu’nun müthiş vaadler... “Devleti, hükümet soyuyor” Empty Kılıçdaroğlu’nun müthiş vaadler... “Devleti, hükümet soyuyor”

Mesaj tarafından exelans Salı Ocak 14, 2014 4:21 pm

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendine uzanan yolsuzlukları kapatmak için feryat figan bir biçimde kendisine karşı darbe yapılmış gibi göstermeye çalışan Başbakan Erdoğan’ın mağdurları oynamasına sert tepki gösterdi, “Yolsuzluk darbesi yaptın, şimdi yargıya darbe yapıyorsun” diye suçladı. Ülkede mağdur edebiyatını bitirmeye kararlı olduğunu vurgulayan Kılıçdaroğlu, yolsuzlukları bitirmek için “muhalefete hesap vermek” dahil çarpıcı vaadlerde bulundu. Erdoğan’ın, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) değişikliği ile hakimleri yargılama yetkisini almaya çalıştığını belirten Kılıçdaroğlu, emniyetin de hırsızları koruma kurumuna dönüştürülmeye çalışıldığını söyledi.

Kılıçdaroğlu’nun, bugün CHP’nin Meclis Grubu’nda yaptığı konuşmanın satır başları şöyle:

Gebze’de kamyoncular iki gündür eylemdeler, iki gündür iş yapmıyorlar. Nedenini sordum arkadaşlara “Bu mazot fiyatlarıyla biz çalışamıyoruz” diyorlar. Nedenini sordum “Nakliye ücretleri çok düşük, zarar ediyoruz” diyorlar. Buradan bütün kamyoncu kardeşlerime sesleniyorum: Mazot fiyatı yüksekse devletin soyulmasından kaynaklanıyor. Bunun mücadelesini yapmamız gerekiyor. Yolsuzluklar konusunda, rüşvet konusunda eğer hepimiz duyarlı olursak, haramilerin saltanatını yıkarsak bu ülke huzura kavuşmuş olur. Bütün kamyoncu kardeşlerime söylüyorum: Bu mazot fiyatıyla siz kazanamazsınız; bu cezalarla siz kazanamazsınız; bu vergilerle siz kazanamazsınız; birileri kazanacak, birileri malı götürecek ve sizler sadece eylem yapacaksınız, Şimdi, önümüzde yeni bir tarih var. 30 Mart’ta sandığa gideceğiz, haramilerin iktidarını sandıkta yıkacağız, bunun mücadelesini yapacağız.

Arkadaşlara, bu 17 tarihinde dünyada mutlaka önemli olaylar olmuştur, bunları bir çıkarır mısınız diye. Çıkardılar. Örneğin, 17 Aralık 1399 tarihinde Moğol istilası başlamış, Moğol istilasını tarihçiler çok iyi bilirler. Gerçekten bir tufan gibi esip giden bir Moğol istilası. 17 Aralık 1790 tarihinde Meksika’da Azteklerin bir takvimi olduğu ortaya çıkmış, bunu bulmuşlar. 1908 17 Aralıkta İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra ilk kez meclisi mebusan toplanmış. 1918 17 Aralıkta Fransız askerleri Adana’dan girmişler Tarsus, Mersin, Pozantı bütün buralar işgal edilmiş. 17 Aralık 2010’da Google, insan vücudunun tamamının haritasını çıkaran yeni bir A tarayıcısı geliştirmiş. Bu da insanlık için çok çok önemli.

“MALI GÖTÜRECEKSİN, SIKIŞINCA ‘DARBE’ DİYECEKSİN”

Peki, bizim 17 Aralıkta ne oldu? 17 Aralık 2013’te önemli bir gerçek ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti Devletini Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin soyduğu çıktı ortaya; devleti hükümet soyuyor, bu çıktı ortaya. 17 Aralık 2013 bu açıdan çok önemli. Hiçbir yurttaşım 17 Aralık 2013 tarihini unutmasın. Bugün konuşmasında “17 Aralık bir darbedir. Bu darbe 60 darbesinden, 70 darbesinden, 80 darbesinden çok daha önemli bir darbedir” diyor. Lafa bak lafa! Ya,o zaman idamlar oldu, insanlar öldürüldü, insanlar siyasi linçe uğratıldı, küçücük çocukların yaşı büyütülüp idam edildi, nasıl oluyor da sen bu hareketi o hareketle kıyaslıyorsun? Nedeni şu: Hortumlar kesildi, nedeni bu. Ortada bir darbe filan yok, kimsenin darbe yaptığı falan da yok. Yolsuzluklar ortaya çıktı mı çıkmadı mı? Sana adam gibi soru sorduk, adam gibi cevap bekliyoruz senden. O banka genel müdürünün ayakkabı kutusuna 4.5 milyon doları darbeciler mi koydu? Malı götüreceksin, sıkışınca “Darbe yapıldı bana” diyeceksin. Kardeşim, senin dört bakanın darbeci miydi? Bunlar malı götürüyorlar, ülkeyi soyuyorlar, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyorlar “Bana karşı darbe yapıldı” diyor. Yine mağdur edebiyatı, yine bir mağdur edebiyatı “Ben mağdurum efendim, bana karşı darbe yapıldı” diyor. Yeter artık bu mağdur edebiyatı, kabak tadı verdi.

“EMEKLİ DEĞİL, RECEP TAYYİP ERDOĞAN MAĞDUR”

Şimdi, ayda 10 bin lira para alıyorsun, emekli aylığı alıyorsun, bir tane uçak yetmedi ikinci uçağı aldın, ev kirası vermiyorsun, dolmuş, taksi parası vermiyorsun, nereye gidersen devletin imkânıyla gidiyorsun ya sen mağdursun da peki bu 9,5 milyon emekli mağdur değil mi? Emeklilere söylüyorum: “Maaşımız düşük” diyorsunuz, fazla bile vermişler. Bakın mağduriyet edebiyatı hâlâ bitmedi. Bu demektir ki daha aylıklarınız kesilecek. Eskiden ne diyorlardı? “Sağlığı bedava yapacağız.” Şimdi, emekli gitsin bakalım hastaneye bakayım; bir, hastanede para veriyor; iki, eczanede para veriyor; üç, aylığından kesiliyor. Yeşil kartlıysa zaten üniversite hastanelerine gidemiyor. Mağduriyete bakın. Mağdur olan kim? Emekli değil, Recep Tayyip Erdoğan, mağdur olan o “Ben mağdurum” diyor. Böyle mağduriyet mi olur?

“10 APARTMAN DAİRESİNİ KOLUNA TAKIYOR”
 
Ülkenin bir gerçeği var, ülke soyuluyor, 76 milyon yurttaşın cebinden çıkan her kuruş verginin hesabını sormak benim boynumum borcudur, ben bunu soracağım. 700 bin liralık kol saati aldılar mağdurlar, milyonlarca dolar rüşvet aldılar yine onlar mağdurlar, vatandaş mağdur değil, yine bunlar mağdur. Yetmiyor, rüşveti veren adamın uçağıyla umreye gidiyorlar yinen bunlar mağdur, yine vatandaş kabahatli. 700 bin liralık kol saati dediğimiz zaman vatandaş diyor ki “Ya, 700 bin liraya kol saati olur mu?“ Vallahi oluyor, ben de bilmiyordum ama sorduk var. Fotoğrafı çekilmiş, nereden alındığı belli, bakanın koluna takarken yine fotoğrafı var, her şey santim santim kanıtlanmış durumda. Mamak’ta oturan Yurttaşlarıma sesleniyorum:  700 bin liralık kol saati nedir biliyor musunuz? 10 tane apartman dairesi demektir, bunu unutmayın. Evsizlere söylüyorum, kira ödeyenlere söylüyorum: 10 apartman dairesini bakanın koluna takıyorlar.

“ADAM KENDİSİNİ DEVLETİN ORTAĞI BİLİYOR”

Bunların bir bakanı var “Devlet şerik kabul etmez” diyor “yani devlet ortak kabul etmez devlet” diyor. Kardeşim, bunu çıkıp devlete söyleyeceğine başındaki zata söylesene. Sayın Başbakan, sen bu devletin ortağı değilsin, sen bu devletin başbakanısın diye hatırlatsana ona. Adam kendisini devletin ortağı biliyor. Parayı götürüyor, Sayıştay raporlarını getirmiyor, yolsuzluklar almış başını gidiyor “Devlet ortak kabul etmez” diyor. Devletin ortağı var, o ortağın adı da Recep Tayyip Erdoğan, herkes bunu biliyor zaten.

“ERDOĞAN’IN BİR KORUSU VAR”

Erdoğan’ın bir korkusu var -Mağdur edebiyatı yapıyor, darbe yapacaklar- altında yatan şu: Oğlum Bilal Erdoğan ifade vermesin. Şimdi, bizi dinleyen bütün yurttaşlarıma sesleniyorum özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren yurttaşlarıma sesleniyorum, çocuğu olan bütün yurttaşlarıma sesleniyorum, çocuğu işsiz olan, iş arayan bütün yurttaşlarıma sesleniyorum: Birisi rüşvet ve yolsuzluk davası dolayısıyla aranacak, aranan senin çocuğunsa alır götürürler ifadesini verir; Başbakanın çocuğuysa kimse onun ifadesini alamaz. Uzun süre saklandı. Baktık, geçen gün babasıyla beraber aynı arabaya binmiş. Ne demek bu biliyor musunuz? Bu devlete meydan okumaktır. Ey yargıçlar, siz benim çocuğumu alamazsınız. Ey polisler, siz benim çocuğuma dokunamazsınız. Ey savcılar, siz benim çocuğumun ifadesini alamazsınız. Neden? Çünkü benim çocuğum yolsuzluk da yapsa, katliam da yapsa, hırsızlık da yapsa, rüşvet de verse, rüşvet de alsa onun yaptığı meşrudur ve onun güvencesi benim diyor. Ve buna da hukuk devletidir diye söyleyin diyor.

“ARTIK SEN BİR YERE KAÇAMAZSIN”

O nedenle bütün yurttaşlarıma sesleniyorum: Onun çocuğunun sizin çocuğunuzdan farkı ne? Ayrıca, özelliği ne? Onun temel bir özelliği var; rüşvet almak, temel bir özelliği var. Bütün dünyanın teröre finans desteği veriyor diye damgaladığı, listeye aldığı bir adamla oturup sohbet etmek, ortaklık yapmak, onunla konuşmak… Hepsi belgeli, hepsinin belgesi ortaya konuldu “Efendim, bize darbe yapıldı! Bu darbe 60 darbesinden de 70 darbesinden de 80 darbesinden de daha ağırdır” diyor. Daha ağır olduğu kesin, senin bütün rüşvetlerinin ortaya çıkarıldığı kesin, artık sen bir yere kaçamazsın.

“BU MİLLETİN AHI TUTTU”

Emine Akçay, Emine Akçay kim? Unutmuşsunuzdur. Emine Akçay, eşi Adana’da bir yıl süredir iş arayan bir kadındı. Küçük bir çocuğu vardı. Kıştı ve evi soğuktu. Son kalan 6 lirayla oduncuya gitti “Bana odun verebilir misin? dedi. Sobayı yakıp çocukları ısıtacak. Oduncu “Bacım, 6 liraya odun satılmaz, odun olmaz” dedi. Kendisine 10 kilo odun veriyor, torbaya dolduruyor “Al bunu götür, çocuklarını ısıt” diyor. Odunu getiriyor sobaya koyuyor, odunlar ıslak yağmurdan, yanmıyor. Bir eski kamyon lastiği var, onu parçalayıp yakmak istiyor, o da olmuyor. Küçük çocuğu İsa “Anne üşüyorum” diyor. Saç kurutma makinesini alıyor, prize takıyor “Bununla ısın evladım” diyor ve yan odaya geçip kendisini asıyor. Değerli arkadaşlarım, işte mağduriyet budur. Sen milyarları götüreceksin, yırtık ayakkabıyla siyasete girip dünyanın en zengin Başbakanlarından biri olacaksın, hâlâ utanmadan, hâlâ sıkılmadan “Bize darbe yapıldı” diyeceksin. Yeter ya, yeter artık. Bu milletin ahı tuttu, ahı.

Benzer bir olay Konya Ereğli’de yaşandı. Genç bir kadın, 40 günlük çocuğu var. Eşi askerde, parası yok. Ne yapıyor? Pencerenin camı kırık, naylon örtüyle örtmeye çalışıyor ve bu anne bakıyor çocuğu zatürre ve zatürreden ölüyor. “Devlet size yardım yaptı mı?” diyorlar. “Devlet yardım yapmadı, bize hiç kimse yardım etmedi” diyor. Bu annenin eşi askerde, 40 günlük çocuğunu toprağa veriyor. Bizim bir aile sigortamız vardı değerli arkadaşlarım, kimseyi birisine muhtaç etmeyecektik. O yoksul ailelerin tamamına aylık ödeyecektik. Kadının banka hesabına her ay 600 lira para yatıracaktık. Anne bankaya gidecekti parasını alacaktı, anlı dik, başı dik çoluk çocuğuna eşyasını, yiyeceğini, giyeceğini, ihtiyacını vesaire alacaktı. Bize dediler ki “Bu aile sigortasını nasıl finanse edeceksin, kime vereceksin bu parayı?” “Bu parayı nereden bulacaksınız?” diyorlardı. Hesabını yaptık. Aile sigortasının bir yıllık maliyeti 7.5 milyar lira idi, eski parayla 7.5 katrilyondu. Bunların hortumladığı parayla bu aile sigortasına kaç lira verecektik biliyor musunuz, 32 yıl bu para ödenebilecekti.

“HER TARAFTAN KARA PARA FIŞKIRIYOR”

Şimdi, ben bunu anlattım ama bir film seyreder gibi hepimizin seyretme hakkı yoktur, hepimizin sorumluluğu vardır. Bu ülkede bir çocuk yatağa aç giriyorsa o sorun benim sorunumdur önce, siyaset kurumunun sorunudur. Biz siyaseti zenginleşme aracı olarak görmedik, siyaseti halka hizmet aracı olarak gördük. Halk zenginleşecek dedik, halkın cebi para görecek dedik ama onlar kendilerini halk sanıp kendi ceplerini doldurdular. Her taraftan kara para fışkırıyor. “Haram olsun” diyorsunuz, haram olsun demek yetmiyor zaten, rezil oldular yine milletin önüne çıkıyorlar, zaten anlayamadığım bu. Bir insan rezil olur, biraz geriye çekilir. Tam tersine ayakkabı kutularından dolarlar fışkırıyor, bakanlar istifa ediyor, bakanlara diyor ki “İstifa ederken bir de deklarasyon yayınlayın, beni de destekleyin.” Bu kadar yüzsüzlük pes yani! Bir de çıkmış şimdi “Bize karşı darbe yapıldı” diyor. Kimsenin darbe filan yaptığı yok. Yolsuzluklar ortaya çıktı sen de panik içindesin.

“TEFTİŞ KURULUNU TEHDİT HALİNE GETİRİYORLAR”

Şimdi, "Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu değiştireceğiz” diyorlar. Ne olacak? Efendim, hâkimleri bütünüyle bakanın emrine verecekler. Teklifte ne yapmak istiyorlar? Adalet Bakanını tek yetkili yapıyorlar. Peki, tek yetkili olur da sözünü dinlemezlerse ne olur hâkim ve savcılar? Onun da yolunu buluyorlar. Teftiş Kurulunu doğrudan Bakana bağlıyorlar. Bakan ne diyecek bir hâkimi bir savcıyı beğenmediği zaman? Çağıracak Teftiş Kurulu Başkanı “Gel evladım, git şu hâkimin, git şu savcının kellesini al getir bana.” Bir rapor yazacak. Öyle hâkim yolsuzluk yaptı, işini yapmadı falan değil, kurulan cümle genelde şöyledir: Hâkim iyi bir hâkim ama bulunduğu yer bu hâkim için büyük, daha küçük bir yerde değerlendirilmesi uygundur. Hemen tak oradan alınıp bir başka yere gönderilir. Başka? Teftiş Kurulunu tehdit kurulu hâline getiriyor böylece. Benim sözümü dinlemezsen ben gereğini yaparım diyor. Ne diyordu Erdoğan? “Yetkim olsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yargılarım.” İşte o yetkiyi almak istiyorlar, onları yargılamak istiyorlar.

YARGIYI GENELGELERLE YÖNETECEKLER

Yeniden düzenlemeler yapılıyor, Adalet Bakanına adli genelge çıkarma yetkisi veriliyor yani hâkimler bundan sonra yasalara değil, tüzüklere değil, yönetmeliklere değil bakanın çıkardığı genelgelere göre işlem yapacaklar. Ya, böyle hukuk mu olur, böyle adalet mi olur? Biz itiraz ediyoruz bu doğru değildir diye “Hayır, biz bunu yapacağız” diyorlar.

“TEK DİRENEN PARTİ VAR”

Ve önemli bir şey, bu teklif Bakanlar Kurulunda görüşülen bir teklif değil. Orada görüşülüp imzalansaydı yasa tasarısı olurdu. AKP milletvekillerine vermişler, basın altına imzayı teklif olarak verin. Cumartesi, Pazar çalışıyorlar. Tek direnen parti var, adaleti isteyen tek parti var, tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyan tek parti var, o partinin adı, bütün yurttaşlarım duysunlar, Cumhuriyet Halk Partisidir. O kadar ileri gidiyorlar ki hâkim ve savcı yurt dışına çıkacaksa görevli olarak Bakan ancak izin verebilir, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun izin vermesine gerek yok.

“YOLSUZLUK DARBESİ YAPTIN”

Ve bir şey daha yapıyorlar. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki bütün memurların işine de son veriyorlar. Ya, böyle bir düzenleme olur mu? Ne adına? Adalet adına yapıyorlar. “Darbe yapıldı bize” diyor. Sen şimdi yargıya darbe yapıyorsun. Yolsuzluk darbesi yaptın. Yönetmeliği değiştirdin, polis gitmeden önce hırsıza haber verilecek, yönetmeliği böyle yaptın sen. Hangi adaletten bahsediyorsun sen?

“BEŞ KURUŞ RÜŞVET ALANDAN HESAP SORACAĞIM”

(Bir vatandaşın “Ne yapacağız?” sorusu üzerine) Güzel bir soru. Ne yapacağız? 1-Seçimlere az kaldı. Sandığa giderken elimizi vicdanımızın üzerine koyacağız, bir, unutmayın bunu. 2-Yolsuzluklardan şikâyet mi ediyorsunuz? Rüşvetten şikâyet mi ediyorsunuz? Oyunuzun adresi belli, Cumhuriyet Halk Partisi. CHP iktidarında, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında sözüm söz, namus sözü 5 kuruş rüşvet alana, rüşvet yiyene, yolsuzluk yapana asla ve asla göz açtırmayacağım ve hesabını soracağım.

“BEN MUHALEFETE HESAP VERECEĞİM”

Başka? Güçler ayrılığı ilkesini Batı standartlarında, çağdaş devletlerin öngördüğü standartlarda yeniden oluşturacağız. Hâkim vicdanının sesini dinleyecek, siyasetçinin değil, bunu yapacağız. Yeter mi? Yetmez, bunlar da yetmez. Devletin kurumları çalışacak, herkes işini yapacak; Sayıştay raporunu yazacak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelecek, güvencesi ben olacağım. Beş kuruşun hesabı mutlaka verilecektir. Ne yapılacak? Yeter mi? Yetmez. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında kesin hesap komisyonu kurulacak. Kesin hesap komisyonunun başkanı muhalefet partisinden olacak. Ben muhalefete hesap vereceğim. Hesap vermeyi namuslu ve onurlu bir görev kabul edeceğim.

Yeter mi? Yetmez. İlk dört ay içinde siyasi ahlak yasasını çıkaracağım. Artık siyasetin de ahlakı olmalı. Yırtık ayakkabıyla siyasete girdin, dolar zengini oldum, milyarlarım var, çocuklarım köşeyi döndü, bu edebiyatı artık Türkiye’de bitireceğim, kararlıyım. Siyasi ahlak olacak, hesabını vermeyen siyasete giremeyecek.

Yeter mi? Elbette yetmez. Bağımsız özerk kuruluşlar var; Sermaye Piyasası Kurulu gibi, Kamu İhale Kurumu gibi, bu kurumlara siyasi müdahaleyi kaldıracağız. Bunlar oturacaklar adam gibi işlerini yapacaklar, siyasi müdahaleyi kaldıracağız.

“164 KEZ YOLSUZLUĞA KAPI ARALANDI”

Yeter mi? Yetmez. Kamu İhale Yasası’nı kimsenin yolsuzluk yapmaya tevessül edemeyeceği bir düzenleme hâline getireceğiz, kamu ihale mevzuatını değiştireceğiz. Kamu ihale mevzuatı 164 kez değiştirildi. Ne demektir? 164 kez yolsuzluğa, hırsızlığa kapı aralandı demektir. Kamu ihale kurumunun içine bunlar çete yerleştirdiler, Bakanlar Kurulunun içine nasıl çete yerleştirdilerse Kamu İhale Kurumu’nun içine de çete yerleştirdiler. Biz bunları biliyoruz.

“BALIK BAŞTAN KOKAR”

Yolsuzlukla mücadelenin en temel koşulu şudur arkadaşlar: Balık baştan kokar. Sen düzgünsen kimse yolsuzluk yapmaya cesaret edemez çünkü hesabını sorarlar ama sen götürüyorsan herkes götürür zaten. Der ki “O yediğine göre ben niye yemeyeyim?” Geldiğimiz nokta o. O götürüyorsa, baş çalan altındaki bakan da götürüyor, altındaki bürokrat da götürüyor, altındaki iş adamı da götürüyor hepsi götürüyor. Mağdur olan kim? Bu ülkenin vatandaşı. Devlet soyuldu diyorum ama bildiğimiz devlet değil, vatandaş soyuluyor aslında çünkü o alınan paraların tamamı 76 milyon insanın ödediği vergilerdir. Bu gerçeği herkesin çok iyi bilmesi lazım.

“EMNİYETİ HIRSIZLARI KORUMA KURUMU YAPIYORLAR”

Şimdi, emniyeti değiştirmek istiyorlar, hırsızları koruma kurumu hâline çevirmek istiyorlar. Diyor ya “Önce hırsıza haber vereceksin, sonra aramaya gideceksin.” Ne diyordu?  Lahmacun yiyen polisi suçluyordu “Sen arama yapılırken neden sen lahmacun yedin?” Sürdü o polisi bir yerlere. Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de sopalarla öldürüldü. Sen o polislere bir şey yaptın mı? Hayır. Katil olanlara asla ses çıkarmıyorsun. Ethem Sarısülük, Kızılay Meydanında polis öldürmedi mi? Öldürdü. Ne yaptı? Polisi kahraman ilan etti. Peki, yolsuzluğu soruşturan polis? Lahmacun yemiş, onu sürdü.

“ULUDERE’NİN HESABINI VERECEKSİN”

Uludere’de 34 yurttaşımız öldürüldü. Ne diyordu? “Ankara’nın derin dehlizlerinde bu kaybolmayacak, bunun hesabını soracağız” diyordu. Sen bırak Ankara’nın derin dehlizlerini, Bakanlar Kurulunda senin talimatınla gittiler 34 yurttaşımızı öldürdüler, katlettiler sen hesabını bile soramadın dosyayı kapattın. O dosyayı açmak benim boynumun borcudur, onun hesabını sormak benim boynumun borcudur. Hepsi çocuktu, 13, 14, 15 yaşında çocuklar. Senin talimatınla uçaklar kalktı gitti bombaladı onları. Kapatıyorsun. İstediğin kadar uğraş, Allah büyüktür, bunun hesabını vereceksin sen.

VATANDAŞA ÇAĞRI: BİR KENDİNE BİR ERDOĞAN’A BAK!

Bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Kendine bak, bir de mağdur edebiyatı yapan Başbakana bak. Kendi çocuğuna bak, bir de mağdur edebiyatı yapan Başbakanın çocuğuna bak. Kendi oturduğun eve bak, bir de Başbakanın oturduğu eve bak. O, etrafı çift duvarlarla çevrili havuzlu villada yaşıyor, sen nerede yaşıyorsun? Onun çocukları dolar milyarderi oldu, senin çocuğun niye olmadı? Senin oturduğun ev, onun oturduğu ev; senin çocuğun, onun çocuğu bunun kıyaslamasını yap. Şimdi dön kendine şu soruyu sor: Ben mi mağdurum Recep Tayyip Erdoğan mı mağdur? Benim çocuğum mu mağdur Recep Tayyip Erdoğan’ın çocuğu mu mağdur? Benim çocuğum iş bulamıyor, onun çocuğu milyarlarla oynuyor. Elini vicdanına koy ve öyle düşün.

“BU MÜCADELE SIRADAN BİR MÜCADELE DEĞİL”

Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren saygıdeğer yurttaşlarıma söylüyorum: Onun oğlunun gemicik sayısı 7’ye çıktı, senin oğlunun durumu nedir? Onun oğlunun gemicik sayısı 7’ye çıktı ama o hâlâ mağdur, senin oğlun iş bulamadı sen mağdur değilsin. Sandığa gideceğiz, hesabını sandıkta soracağız. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağız. Bu mücadele sıradan bir mücadele değildir, bu mücadele haklı ile haksızın mücadelesidir. Bu mücadele, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenle o yetimin hakkını savunanların mücadelesidir. Bu mücadele, hukukun üstünlüğünü savunanlarla hukuku ayaklar altına alıp çiğneyenlerin mücadelesidir. Bu mücadele, rüşvet ve yolsuzluğa karşı direnen ve mücadele edenle rüşvet ve yolsuzluğu meşrulaştıranların mücadelesidir

“İLKER BAŞBUĞDUR MAĞDUR OLAN, SEN DEĞİLSİN”

"Hapishanelerde yüzlerce masum insan var” denildi, yatıyor. Daha düne kadar o insanlar hapse girsin diye savcılığını üstlendi. Daha düne kadar o insanlar hapiste diye “Bunlar darbeciydi, hapiste kalmaları gerekir” dedin sen. Şimdi kalkmışsın “Masum insanlar hapiste yatıyor.” Kardeşim, masum insanlar hapiste yatıyorsa önce kendini bir sorgula bakalım, sen bu davaların savcılığını niye üstlendin? Hâlâ mağdur edebiyatı yapıyor. Eğer bu ülkede mağdur olan birisi varsa İlker Başbuğdur mağdur olan, sen değilsin. Eğer bu ülkede hâlâ mağdur olan varsa Teğmen Çelebi’dir, sen değilsin. Boynuna poşu taktı diye 11 yıl hapisle yargılanan Kırmızıgül’dür sen değilsin, o genç çocuktur. “Parasız eğitim istiyoruz” diyor gençler, sen misin parasız eğitim isteyen atın hapse ama o mağdur değil, mağdur olan yine onu hapse atan kişi.

“HAPSE GİRDİ, HİZMET ETSİN DİYE ADAM VERDİLER”

Bir de bu hapse girmişti biliyorsunuz. En büyük mağduriyet edebiyatı oradan geliyor. Hapishane boyandı, bütün mobilyaları yenilendi, buzdolabı, çamaşır makinesi kondu, günün 24 saati ziyaretçisi geliyordu, istediği zaman istediği kişiyle görüşebiliyordu hatta yanına bir adam verdiler, ona hizmet etsin diye, o da öyle yaptı. Bunları nereden biliyoruz? Ona hizmet veren kişinin anıları kitap halinde yayınlandı, oradan öğreniyoruz ve bu adam hâlâ “Ben mağdurum” diyor. Ya, mağdursa bu ülkede Kuddusi Okkır mağdur kardeşim.

Gazetecileronline.com
exelans
exelans

Mesaj Sayısı : 153
Kayıt tarihi : 04/11/13

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz